Monday, August 5, 2013

4 Ağustos 2013 Roger Waters - The Wall Deneyimi


"Open your heart, I am coming home."

Bu konseri benim için en iyi şekilde özetleyecek parça sözü. Bu kadar güzel bir konseri anlatmayacağım, bu blog girişi farkındalık ile alakalı.

Çocukken babamın Dark Side of The Moon LP'sini gördüğüm zaman önce kapağından çok etkilenmiş sonra izin alıp babamla beraber dinledikten sonra annemle babamın yanına gidip benim de kendime ait Pink Floyd albümlerim olabilir mi diye sorduğumu çok iyi hatırlıyorum. İlk Pink Floyd albümüm olacak The Wall kasedimi alığımda psyhedelic rock ile tanışacağımdan habersiz walkman'ime koymuş okula giderken dinlemeye karar vermiştim. Sınıfa geldiğimde Another Brick on The Wall çalıyordu, sınıfın en arkasında uyur gibi yapıp tek kulaklık ile bütün albümü derslere alırmadan bitirmiştim. Ertesi gün kitapevine gidip Pink Floyd ile ilgili bir kitap alıp o gazla okudum. Dağıldığını öğrenince yıkıldım. Live 8'de Pink Floyd Reunions haberini okuduğumda onları Syd Barrett olmadan da dinlediğim için uçuyordum. 2006 ve 2008 yılında olan ölüm haberleri ile artık hiç ümidim kalmamıştı.




4 Ağustos 2013

2006 yılında Roger Waters geldiği zaman yurtdışında olduğumdan gidemememin acısını 4 Ağustos'da "dibine" kadar çıkarttım. Pink Floyd'un dünyadaki acılara ve çaresizliklere karşı olan duyarlılığı ile beni çoktan elde etmişti. Bu grubun başından beri olan çizgisiydi. Böyle bir müzikal altyapının üstüne bu güçlü politik duruş eklendiğinde çıkan işlerin başyapıt olmaması imkansızdı. Müzisyen değilim fakat (çoğumuzun ortaokulda aldığı gitar ve davul maceresını saymıyorum :) iyi bir rock dinleyicisi olduğuma eminim. Pink Floyd kendini çok iyi bir şekilde diğerlerinden farklı kılıyordu. Özellikle sahte bir şekilde politik gözükerek, (bunun benzer örneklerini bütün dünyada zavallı "sanatçılar" tarafından gözlemliyoruz)  sadece prim yapmak için sosyal sorunlarla ilgiliymiş gibi davranmadıkları için çok samimi geliyorlardı. 4 Ağustos'ta olanlar bunu sonuna kadar kanıtladı. Eğer benim bir kavgam varsa hayatım boyunca onunla ilgili olmalıyım, diye düşünenlerdenim. The Wall albümü 1979 yılında çıkmasına rağmen 2013 de hala aynı duruşu her ülke için sergiliyor. O duvarda olan insanların mini biyografilerini okuyunca duyarsız kalmak imkansızdı. Beş yeni tuğlanın oraya eklenmeden önce The Wall'a fotoğrafların yansıtıldığı anı tarif etmeme imkan yok. Bunu da tarif edebilirim diyen birisi çıkarsa O'na inanmayın. O anda aklıma Dead Poets Society filminin bir sahnesi geldi. Filmi seyredenler zaten hemen anlamışlardır. Seyretmeyenler için spoiler olacak niteliktedir. Kendinden önceki öğrenci takımlarının fotoğrafları ve şampiyonluk kupaları olduğu "duvarda" bir vitrin bulunmaktadır. Öğretmen ne kadar da size benzediğine bakın, aynı saç kesimleri ve hormonlu duruşları var gibi bir kaç satır söyler... İşte o duvardaki çocuklar tam da bizlere benziyorlardı.

Bana The Wall'un üzerindeki tuğlaların hatırlattığı diğer sanat eseri ise Picasso'nun Casagemas Tabutta isimli eserinin birinci çizimi.(Başındaki iz, ölüm sebebi) Aynı resmi iki kere çizmiş farklı şekilde. Picasso'nun Mavi ve Pembe dönemlerinde yaptığı resimler beni İspanya iç savaşını resmettiği Guernica kadar etkilemedi. Pink Floyd'un The Wall albümü de benim için Guernica'dır.
Picasso - Guernica

Picasso - Death of Casagemas

Logoların yağdığı görsellerde Bentley, BMW, Mercedes vs. gibi bir sürü "be someone" idiocracy'si bulunuyordu. Aslında hiçbirine ihtiyacımızın olmadığı görsel olarak daha nasıl güzel anlatılırdı bilmiyorum. Ayrıca Roger Waters'a eşlik eden müzisyenlerin ne kadar mütevazi oldukları giydikleri kıyafetlerden de çok iyi anlaşılıyordu.Bazı "yazar"ların bu tecrübeyi bir "şov" olarak görmesi beni son derece rahatsız etti. İngilizce tanımı "Show" aslında sahne sanatı. Bizdeki gibi "şov" anlamına gelmiyor. Bizdeki şov hava atmak anlamında. Bende iyi müzikten anlıyorum çabaları... Pink Floyd gibi samimi, güçlü, korkusuz, özgün, yaratıcı, yenilikçi, teknik olarak zirvede ve bağımsız olma idealzminde olmalı bütün sanatçılar. Her ülke kendi liberalizmini yaşıyor.


I dont need no arms around me
And I dont need no drugs to calm me.
I have seen the writing on the wall.
Dont think I need anything at all.
No, dont think I'll need anything at all.
All in all it was all just bricks in the wall.
All in all you were all just bricks in the wall.

Bir kere daha kendime söylediğim; yaptığın sanatı teknik anlamda iyi yapmaktan öte, ne yaptığın, nasıl yaptığın ve en önemlisi ne söylediğin. Bütün sanat dalları için tek geçerli kural olabilir heralde....
Yine gel be Roger! Bilet fiyatları bu prodüksiyon için uygun olsa da, seni dinleyen "çoğunluk" bu kadar para kazanmıyor.

Efe Conker
efefilm.com